35,9761$% 0.09
37,3869€% 0.02
44,8904£% -0.1
3.297,58%0,35
5.370,00%0,35
9.807,10%0,33
3528684฿%-2.28073
Başkan Erbakan; partisinin üye sayısının her geçen gün arttığını vurgularken, ülke gündemine dair birçok konuya değindi. YRP Genel Başkanı Erbakan, yaptığı konuşmada şu görüşlere yer verdi:
“Yeniden Refah Partimiz üye artış şampiyonu oldu. Yeniden Refah Partimiz üye sayısını 1 yıl içerisinde yani Ocak 2024 – Ocak 2025 arasında, 365 binden 622 bine çıkartarak yüzde 70’lik bir artış gösterdi ve gerçekten de bir rekor daha kırdı. Aynı şekilde, bir önceki sene olduğu gibi 2024 yılında da Türkiye’nin en hızlı büyüyen partisi olduk. Elhamdülillah! Burada önemli bir ayrıntı daha var. Diğer bütün partilerin üye sayısını artırmış olanların hepsinin toplamından daha fazla sayıda üye artışı sağladık. Bu, milletimizin büyük teveccühünü açık bir şekilde ortaya koyuyor ve aynı zamanda siz değerli teşkilat mensuplarının gayretini, fedakârlığını açıkça gösteriyor. Bu gelişme, Milli Görüş’ün ne kadar büyük bir manevi miras olduğunu ve nasıl büyük bir berekete vesile olduğunu da net bir şekilde ortaya koyuyor. Şimdi hedefimiz, inşallah 1 milyon üye hedefine ulaşmak. İktidara da hep birlikte ulaşacağız ve her zaman söylediğimiz gibi bu aziz milletin yüzünü, geçmişte olduğu gibi, bugün de yine Refah’la, yine Milli Görüş ile güldüreceğiz.
“BİZ NE ESADÇI, NE İRANCIYIZ! ENDİŞEMİZ SURİYE VE TÜRKİYE’NİN BÖLÜNÜP PARÇALANMAMASIDIR”
Suriye konusu bildiğiniz gibi önemli bir yer tutuyor. Suriye konusuyla ilgili olarak Yeniden Refah Partisi’nin endişeleri olduğunu ve süreci temkinli bir şekilde takip ettiğimizi ifade ettik. Bu endişelerimiz ve temkinli oluşumuz nedeniyle ‘Siz Esatçısınız, siz İrancısınız, Esat kalsın istiyorsunuz’ gibi maksatlı yaftalar ortaya konuldu. Hayır, biz tabii ki Esad’ın çok iyi bir lider olduğunu, çok güzel bir yönetim sergilediğini, hiçbir suçu ve günahı olmadığını ifade etmiyoruz. ‘Keşke Esad devam etseydi’ diye bir söz de asla ve asla ağzımızdan çıkmadı. Bizim tek derdimiz ve endişemiz, Esad sonrasında ortaya gelecek olan tablonun bir kaosa yol açmaması, Türkiye ve Suriye’nin bölünüp parçalanmaması ve Esad döneminden daha beter bir noktaya gelmemesi ile ilgili taşıdığımız endişelerdir. Bununla ilgili olarak da Libya, Yemen, Irak gibi ülkelerdeki örnekleri göz önünde bulunduruyoruz ve bu nedenle endişe yaşıyoruz.
Tabii, Suriye ile ilgili endişelerimizin başında, biraz evvel de ifade ettiğim gibi, Suriye’nin bölünmek istenmesi geliyor. Suriye 4 parçaya, hatta 5 parçaya bölünmek isteniyor. Suriye’nin kuzeydoğusunda, hatta mümkünse bütün kuzey kısmını da kapsayacak şekilde Akdeniz’e kadar olan kesimde, PYD ve YPG’nin ana omurgasını oluşturduğu bir terör devleti kurulmak isteniyor. İsrail daha fazla işgal istiyor ve bu işgallerine de daha şimdiden başladı. Orada, Şam merkezli İsrail ve Amerikan işbirlikçisi bir kukla yönetim kurulmak isteniyor.
Dış güçlerin planlarını ve hedeflerini ifade ediyorum; ‘Böyle olacak’ diye söylemiyorum. Bununla beraber, İran’ın Suriye üzerinden Lübnan Hizbullahı’na, dolayısıyla Filistin direnişine olan desteğinin kesilmesi isteniyor ki bu, büyük ölçüde şu anda kesildi. Bütün bu tehlikelere ve endişelerimize rağmen, hükümet kanadı, iktidar kanadı son derece mutlu ve bir zafer tablosu ortaya koymaya çalışıyor. Ancak biz de diyoruz ki: Bu endişelere ve ortada duran bu tehlikelere karşı bir ajandanız, bir planınız, bir eylem planınız var mı? Bir tedbiriniz var mı? Neye göre seviniyorsunuz, neye göre mutlu oluyorsunuz? Terör devleti kurulursa, Suriye dörde ya da beşe bölünürse, orada bir kaos oluşursa, orada işbirlikçi bir yönetim iktidarda olursa ve İsrail şu anda Suriye topraklarındaki bu işgallerini artırarak devam ettirirse, ne yapacağız? Bundan da mutlu olacak mıyız? Bu soruyu soruyoruz. Amerikan askerlerinin, PYD’nin, YPG’nin ve İsrail’in Suriye topraklarındaki bu işgali devam ettiği sırada neyin zaferini kutladığımızı ifade ediyoruz.
Evet, zafer kutlayalım! Ancak, kucaklayıcı ve kapsayıcı yeni bir yönetim kurulursa, demokrasi ve insan hakları hâkim olursa, PYD’nin, YPG’nin, Amerikan askerlerinin ve İsrail’in işgali Suriye’den ortadan kalkarsa, Suriye’nin toprak bütünlüğü ve üniter yapısı korunursa, o zaman bir zafer kutlayalım. Şu anda, tabiri caizse erkenden bir havaya girilmiş durumda.
Bütün bu tehlikelere rağmen,
Hükümet son derece mutlu ve bir zafer tablosu ortaya koymaya çalışıyor.
ABD askerleri, PYD-YPG işgaline devam ederken, İsrail işgale başlamışken neyin zaferi bu?
ABD-Avrupa medyasında yer alan haberlere göre,
Bizim de yıllardır ifade ettiğimiz endişelerimizi ve Erbakan Hocamız’ın 30 sene önce söylediklerini haklı çıkaracak şekilde;
ABD-Fransa-İsrail arasında görüşmelerde Suriye’nin bölünmesi müzakere ediliyor.
Suriye’nin batıda Alevi-Şii-Nusayri, kuzeyde Kürt, güneyde İsrail kontrolünde Dürzi ve Şam’da HTŞ yönetiminde Sünni olmak üzere etnik ve mezhep temelli 4 özerk federasyona bölünmesi,
HTŞ’nin terör listesinden çıkarılması, Ahmed el Şara’nın da kurulacak bu ‘Suriye Federasyonu’nun Devlet Başkanı olması senaryosu hazırlanıyor.
Bu adım Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) yeni aşaması olarak nitelendiriliyor.
Sn. Cumhurbaşkanı’nın BOP Eşbaşkanlığı görevini bıraktığını ilan etmesi ve Türkiye’nin bu gidişata mutlaka dur demesi lazımdır…!!
Suriye’nin bölünmesinin ardından sıra İran ve Türkiye’ye gelecektir. (Allah muhafaza buyursun.)
Birtakım siyasi hesaplar, heva ve heveslerle ABD-AB’nin emperyalist planlarının figüranı olmaktan kaçınılmalıdır..!!
Muhaliflerin kontrolüne geçen bölgede bundan sonra nasıl bir süreç izlenmeli?
· Üniter yapı ve toprak bütünlüğü korunmalı. (İsrail toprak bütünlüğünü bozdu bile.)
· İsrail – ABD kuklası işbirlikçi yönetim olmamalı. (Ahmed El Şara; ‘Bizim ABD ve İsrail’le sorunumuz yok’ derken bu nasıl olacak?)
· Kapsayıcı kucaklayıcı olmalı. (Etnik.)
· ABD askerleri ve PYD-YPG çıkmalı.
· Demokrasi olmalı ve özgür şeffaf seçimler yapılmalı.
Türkiye bu hususlarda gerekli girişimleri gerçekleştirmelidir.
“BİZ ÇÖZÜM SÜRECİNE DEĞİL, TERÖRİSTBAŞI ÖCALAN’IN ÇIKARILMASINA KARŞIYIZ”
Gündemin önemli maddelerinden bir diğeri de Bahçeli’nin Öcalan’la ilgili çağrısı ve yeni bir çözüm sürecinin başlatılmasına ilişkin gündemdir. Böyle bir adımın atılması, yani bebek katili Abdullah Öcalan’ın serbest bırakılıp getirilip Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde konuşturulmasının çok büyük mahsurları vardır. Biz bunu Yeniden Refah Partisi olarak Sayın Bahçeli’nin ilk çağrısını yaptığı günden itibaren ifade ettik.
Birincisi, böyle bir durum bizi aciz düşürür. Devletimizi, ordumuzu, emniyet güçlerimizi… Biz 30-40 sene boyunca tüm kurumlarımızla, ordumuzla, emniyet güçlerimizle, devletimizle, milletimizle terörle mücadele ettik. Ancak, başarılı olamadık ve halen daha bu tehdit devam ediyor. Öyleyse Abdullah Öcalan’a rica edelim, o bizi bu dertten kurtarsın. Yani Abdullah Öcalan’ın bu çağrısına muhtaç kalmışız gibi bir görüntü ortaya çıkacak.
Efendim, ‘Anneler ağlamasın, kan akmasın’ deniliyor. Bunu kim istemez? Biz de Yeniden Refah Partisi olarak, en az herkes kadar kan akmasın istiyoruz. Ancak Abdullah Öcalan’ın bir çağrısıyla PKK’nın silah bırakmasının mümkün olmayacağını ifade ediyoruz. Neden? Çünkü PKK’nın kendi yöneticileri bunu söylüyor. ‘Abdullah Öcalan buna karar veremez’ diyorlar. İşte çıktılar televizyonlarda, o dönemde en başta gelen elebaşları bu açıklamaları yaptılar.
Yine, Sayın Bahçeli’nin çağrısından hemen 2 gün sonra TUSAŞ saldırısı gerçekleşti. Bunların hepsi, silah bırakılmayacağına dair mesajlardır. Bununla beraber, şehitlerimize ve gazilerimize büyük bir saygısızlık yapılmış olur. Abdullah Öcalan’ın ‘Umut Hakkı’ndan yararlanıp da serbest kalması veya ev hapsine geçmesiyle ilgili kararı, sadece kanına girmiş olduğu şehitlerimizin aileleri ve gazilerimiz verebilir. Başka kimse böyle bir karar veremez.
40 sene boyunca çocuklar öksüz kaldı, yetim kaldı; anneler dul kaldı, evlat acısı yaşadı. Anneler, babalar gözlerini, kollarını, bacaklarını kaybetti, felç oldu, yatağa bağımlı hale geldi. Neler yaşandı neler! Bu kanına girdiği insanların helalliğini almadan Sayın Devlet Bahçeli, Sayın Erdoğan, biz veya hiç kimse böyle bir kararı veremez. Bu, şehitlerimizin ve gazilerimizin anısına en büyük ihanet olur, en büyük saygısızlık olur.
Diğer taraftan, Abdullah Öcalan diyelim böyle bir çağrı yaptı; hadi diyelim PKK kısmı silah da bıraktı. Peki, asıl tehdit olan PYD ve YPG ne olacak? Orada Amerika ve İsrail tarafından binlerce tır dolusu, 50 bin – 60 bin tır dolusu mühimmatla, teçhizatla, ağır silahlarla donatılmış bir terör ordusu kuruldu. Aslında 150 bin kişilik bir terör ordusu; PYD ve YPG’den oluşuyor. Sadece tankları ve savaş uçakları yok. Bunun dışında her şeye sahipler; bütün teknolojik donanımlara sahipler. Yıllarca bu PYD’yi, YPG’yi eğittiler, donattılar, silahlandırdılar; milyarlarca Dolar harcadılar, yıllar harcadılar.
PYD ve YPG’nin ipi tamamen Amerika’nın elinde. Şimdi Abdullah Öcalan hapisten kurtulmak için bir çağrıda bulunacak ve Amerika ile İsrail’in yıllarca yaptığı bu harcamalar, milyarlarca Dolar ve bu kadar emeği bir anda rafa kaldırılacak, PYD ve YPG silah bırakacak? Bu mümkün mü? İpi Amerika ve İsrail’in elinde olan PYD ve YPG’nin böyle bir çağrı ile silah bırakması mümkün değil.
Ve şu anda bizim için asıl tehdit olan da PYD ve YPG’dir. Bu gerçeği de ifade ettikten sonra söyleyeceğimiz diğer husus; bu sürecin şeffaf bir şekilde yürütülmemesi. Meclis’in haberi yok, siyasi partilerin haberi yok, milletin haberi yok. Özellikle devlet tarafından siyasi partilerin ve Meclis’in bilgilendirilmesi lazım. Evet, Dem Parti bir görüşme trafiği sürdürüyor ama sadece Dem Parti kaynağından gelen haberler yerine devletin de bu konuda bilgi vermesi gerekiyor.
Ve yine her zaman söylediğimiz gibi çözüm sürecine karşı değiliz. Kürt kardeşlerimizin en fazla dertlendiği bir siyasi hareketin temsilcileriyiz. Ancak, bir süreç yürütülecekse bölge halkının meşru temsilcileriyle yürütülsün; terör örgütü ile değil. Bölge halkının sıkıntısı varsa, talepleri varsa, hakları iade edilecekse, bu süreç meşru temsilcilerle yürütülsün. Siyasi partiler, sivil toplum kuruluşları, kanaat önderleri, aşiret reisleri ve o bölgenin halkıyla birlikte… Ve tabii ki yürütülecek olan bu sürecin kırmızı çizgisi, Türkiye’nin bölünmez bütünlüğü ve üniter yapısının korunması olmalıdır.
“BORÇ – FAİZ – SICAK PARA EKONOMİSİ YÜZÜNDEN 85 MİLYON ‘MODERN KÖLELER’ HALİNE GETİRİLİYOR”
Yüksek faizin Türkiye’ye faturası ağır…
Son 15 ayda vatandaşların, şirketlerin ve Hazine’nin ödediği faizin toplamı 235 milyar Dolar’a ulaştı…!!
Faizler böyle yüksek kalmaya devam ederse, 2025 yılında bu rakama 270 milyar Dolar daha eklenecek.
Böylece 27 ayda faize ödediğimiz para 505 milyar Dolar’ı bulacak…!!
Bu para, bu yıl 1,3 trilyon Dolar’a çıkması beklenen Türkiye’nin yıllık Gayrisafi Yurtiçi Hasılası’nın neredeyse yarısına denk geliyor.
Ve yine bu para Türkiye’nin toplam dış borcunu ödemeye yetiyor…!!
Ve yine bu para 85 milyonun tüm bireysel banka borçlarını, KOBİ’lerin tüm borçlarını, özel sektörün tüm borcunu ve çiftçimizin tüm borcunu ödüyor, üzerine de 100 milyar Dolar para kalıyor…!!
İşte faiz böyle bir canavardır, Borç-Faiz ekonomisi böyle bir çıkmaz sokaktır…
“ERDOĞAN ‘EMEKLİLER YILI’ İLAN ETMİŞTİ… ‘2024’TE ÖLEN 4 İŞÇİDEN 1’İ EMEKLİYDİ”
Cumhurbaşkanı Erdoğan bu yılı ‘Emekliler Yılı’ ilan ederken en düşük emekli maaşının 12 bin 500 Lira olduğu ortamda, emeklilerin yüzde 54’ü hayatlarını idame ettirmek için bir işe girdi.
2024 yılının ilk 11 ayında 1.708 işçi iş kazalarında hayatını kaybetti, bunların 512’si 50 yaş ve üstü işçilerdi.
12 milyon emeklinin yüzde 54’ü yani 6 milyon 480 bini geçinemedikleri için ikinci bir işte çalışmak durumunda kalıyor.
Bu emekliler iş güvenliği olmadan, kayıtsız olarak ve zor şartlarda çalışıyorlar. Ve bunların 512’si de iş kazalarında hayatını kaybetti.
Yani ‘Emekliler Yılı’nda ölen neredeyse 3 işçiden 1’i emeklidir.
Bu derece düşük emekli maaşları nedeniyle ek işte çalışmak zorunda kalıp bu işi yaparken de ölen 512 emeklinin olduğu bir yıl nasıl emekliler yılı oluyor?
Bir kez daha altını çizerek ifade ediyoruz;
Emeklilerin insanca yaşayabilecekleri bir ücret almaları gerekiyor.
“ASGARİ ÜCRET”
Cumhurbaşkanı Erdoğan, yasaların kendisine tanıdığı yetkiyle Komisyo’nun belirlediğinden daha yüksek tutarda bir asgari ücret ilan etmesi mümkün iken bu yetkisini kullanmadı.
· Ve böylece asgari ücret tam bir felaket oldu, daha şimdiden açlık sınırı altında.
· Millete verecek bir şeyleri kalmadığının ispatı.
· Türk-İş Başkanı da haklı olarak isyan etti.
· Çalışanları değil, patronları düşünüyorlar.
· Ezilenlere değil, imtiyazlılara öncelik veriyorlar.
TÜİK’in resmi aylık enflasyon oranları ile yılbaşından bu yana reel alım gücü 17 bin 2 Lira’dan, 11 bin 731 Lira’ya inen mevcut asgari ücrette ‘5 bin 271 TL reel kayıp’ söz konusu.
22 bin 104 TL’lik yeni asgari ücret 2024’e göre 5 bin 102 Lira artırılırken, gerçekte 5 bin 271 Lira’lık enflasyon kaybı bile telafi edilmediği gibi enflasyonun üzerinde bir artış da sağlanmadı.
TÜİK’in enflasyon hesaplamasında esas aldığı madde sepetinde kapsanan 143 maddeden 101’indeki yıllık artış yüzde 30’luk asgari ücret artışının üzerinde gerçekleşirken gıda, ulaşım, vb. bazı maddelerde ise fiyatlar 3-4 katına çıktı.
Taze sebze meyvede yıllık enflasyon artışı yüzde 125, konut-kira harcamalarında yüzde 109, eğitim harcamalarında yüzde 61 oldu.
İktidara bağlı TÜİK’in enflasyon verisi bile böyle iken, asgari ücrete ‘yüzde 30’ zam yaparak çalışanların enflasyona ezdirilmediğini söylemek milyonlarca asgari ücretli işçinin aklıyla, emeğiyle, umut ve beklentileriyle alay etmektir.
Asgari ücret 35 bin TL olmalıydı. (Enflasyon yüzde 44 + Büyümeden Pay + 2 ücret yoksulluk sınırı seviyesi.)
Bu maaşı ödeyecek işverene de devlet israftan ve imtiyazlılardan keserek destek olmalıydı.
“KAPANAN ŞİRKETLER”
İç ve dış talebin yüksek faiz, düşük ücretler, bastırılmış döviz kuru politikalarıyla aynı anda kısılması ekonomide durgunluğa, üretimde düşüşe ve her ay yüzlerce şirketin, işletmenin, imalatçının kapısına kilit vurup faaliyetini sonlandırmasına yol açıyor.
Ocak-Kasım döneminde kapanan şirketler geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 19,7 artarak 23 bin 861’e yükseldi.
11 ayda yaklaşık 24 bin, ayda ortalama 2 bin 200 şirketin kapanması ülke ekonomisi için vahim bir durumdur…!!
Bu yılın 11 ayında kurulan şirket sayısı da yüzde 11,4 azaldı. Kapanan şirketlerin oranı yeni kurulanların iki katına yaklaşıyor.
Bütün bu acı gerçeklere rağmen;
Cumhurbaşkanı Erdoğan, yeni yıl mesajında ekonomideki sıkıntıları aşacaklarını vurgulayarak; ‘Sizlerden biraz daha sabır ve metanet istiyoruz’ dedi.
“MEHMET ŞİMŞEK DÖNEMİ”
· Vergiler yüzde 200 arttı.
· Akaryakıt 20 TL’den 44 TL’ye,
· Dolar 18 TL’den 35 TL’ye,
· Enflasyon yüzde 38’den yüzde 48’e,
· Faizler yüzde 8’den yüzde 50’ye yükseldi.
· 30 binden fazla şirket kapandı.
“OVP”
· Borçlanma aynen devam. (Yıllık 2 Trilyon TL.)
· Faiz ödemesi 2 kat oranında devam.
· Vergiler artarak devam. (Enflasyonun 15 puan üzerinde artış.)
· İmtiyazlılara kaynak aktarımı devam. (1 Trilyon TL vergi muafiyeti + 200 milyar TL garanti ödemesi.)
· Enflasyon da yüzde 35-40 seviyesinde devam. (21 tahmin ediyorlar ama artacak.)
Siz bu saatten sonra hiçbir sıkıntıyı aşamazsınız, aşamayacağınızı bu veriler de açıkça ortaya koyuyor.
Milletimizi daha fazla oyalamanın bir manası yok.
Milletimizde artık sabır da, metanet de kalmadı.
Bir an önce bu sonbaharda veya 2026 ilkbaharında sandığı milletin önüne getirin !!
Bir an önce sandığı getirin ki artık Milli Görüş gelsin ve bu ülkeyi borç – faiz – zam – vergi ekonomisinden kurtarsın…!!
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Büyükşehir Belediyeleri başta olmak üzere tüm muhalefet belediyeleri için Bakanlarına; ‘Silkeleyin’ talimatı vermişti.
Erdoğan’ın bu talimatı Çalışma Sosyal Güvenlik Bakanı tarafından belediyelerin SGK prim borçları için uygulamaya konuldu.
SGK’nın 1,3 trilyon Lira’ya ulaşan prim alacaklarının yaklaşık yüzde 10’u tüm partilerin belediyelerine ait.
Kalan yüzde 90’lık prim alacağı dururken, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı’nın belediyelerden bu yüzde 10’luk alacağın peşine düşmesi siyasi bir hamledir.
SGK’nın pirim alacaklarının yüzde 90’ı aşan kısmı belediyeler dışındaki özel sektör şirketlerine, müteahhitlere, Kamu İktisadi Teşebbüsleri’ne (KİT) ait olmasına karşın, milletimize hizmet üreten belediyelere yönelik haciz uygulamasının bu mükelleflere yapılmaması çifte standartçı bir yaklaşımdır.
Ayrıca boğazına kadar borca batmış AKP’li belediyeleri göz ardı ederek sadece muhalefet belediyeleri ve iştiraklerinin banka hesaplarına haciz uygulaması açık bir çifte standart ve haksızlıktır.
2025 yılı bütçesinde 2,1 Trilyon TL Gelir ve Kurumlar Vergisi’nden vazgeçen iktidarın, muhalefet belediyelerinin AKP’li belediyelerden devraldığı 100 milyar Lira’lık SGK borçlarının peşine düşmesi de 31 Mart seçim sonuçlarını hazmedemediklerini ve intikam peşinde olduklarını gösteriyor.
Yeniden Refah Partisi olarak iktidarı bu çifte standartçı, adaletsiz uygulamadan vazgeçmeye davet ediyoruz…”
“Beceremiyorsanız Bırakın!”
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.